11 Mayıs 2015 Pazartesi

Yalancı bir köstebeğin geçemeyeceği bir yol...

(...)

Köstebek ve adamlarının bakmadığı yer kalmıyor, ama ressam sırra kadem basmış, yok!

En son, bir ranzanın altında küçük bir oyuk buluyorlar. Gerçek bir köstebeğin geçebileceği, geçmeye cesaret edebileceği bir yol var orada.

Ancak şu da var ki, yalancı bir köstebeklerin geçemeyeceği bir yol orası.

Orası, yalnızca masumların ve onlara şahit olanların geçebileceği, ilerleyebileceği bir kanal, bir kuyu, gerçek bir yolculuk...

(...)

(Sayfa 132)

Işıktan korkan bir çocuk...

(...)

Kabusların ta kendisiydi. Karanlıktı. Peter Pan’ın kabusuydu. Belki de Peter Pan’ın büyümeyen sesi! Gözlerine baktım. O gözlerde karanlıkta kalmış bir çocuk gördüm. Karanlıktan değil, ışıktan korkan bir çocuk.

(...)

(Sayfa 129)

"Kız, yapabilir misin?"

(...)

"Abiler!"
Evimevim'di bu.
"Ben ne güne duruyorum?"
Hepimiz birbirimize baktık.
"Kız, yapabilir misin?" diye fısıldadı Oyunbozan.
Hiç duraksamadan geldi cevap: "Yaparım!"

(...)

Ve yaptı da.
Makine önce Evimevim'in ailesine, oradan Songül ablama, ardından da Hümeyra'ya ulaştı.

(...)

(Sayfa 104-105)

Ve ben kurtulmuştum!

(...)

"Bir dakika," diye selendi Köstebek. "Senin cebinde ne var öyle?"
Benim!
Benim cebimde ne olabilirdi ki! Elbette Hümeyra'nın fotoğraf makinesi. Gri, metalik renkli küçük bir şahit! Cebimde umut, kahroluş, kaderime bakışım, resimlerimi sevişim, onlarda bulduğum, zaman zaman da bulamadığım gerçek. Hepsi. Ya da hiçbiri.
 Şimdi ne söylenebilirdi?
Yakalanmıştım. Cebimde belli olmayacağını söylemişti Hümeyra. Duvardaki resimlerin fotoğrafları olmadan, haber doğru dürüst etki yapmazdı.

(...)

"Süha Bey, özür dilerim, efendim."
Bu benim sesim mi? Hangi kuyudan yankılanan ses bu?
"Bu sigara, efendim."
"Ben size demedim mi ceplerinizde hiçbir şey olmayacak diye! Ceplerinizde hiçbir şey olmayacak!"
Hayali bir kuyudaydım. Herkes yukarıda kalmış.

(...)

Dünyanın bütün kuyuları sigara olmuştu şimdi. Ve ben kurtulmuştum!

(...)

(Sayfa 96-98)



camera clipart ile ilgili görsel sonucu














Çiziyorum

(...)

Aklımda hep ev, bizim ev, babam.
Aklımda ev, ev, ev...
Aklımda sorular: Evi ev yapan ne? Ev kimindir? Nedir?
Aklımda: Oyunbozan
Aklımda sorular: Farklı olmak neden suç olsun ki! Böylece delireceğim galiba diyordum.
Delirdikçe çiziyordum. Çizdikçe unutuyordum. Bu yüzden, duvar ben olmuştu, ben duvar. Zaten her şey hüsrandı. Çizdikçe çiziyordum. Çizerken aklımda kalan Selime Öğretmen oluyordu, bir tek o geziniyordu kafamda, yalnızca ona izin veriyordum.

(...)

(Sayfa 82)

ressam clipart ile ilgili görsel sonucu

"Mahkeme" Oyunu

.(...)

“Sanık! Mahkemeye saygılı ol!” diye bağırdı hakim.
O sırada bizim avukat söze karıştı. “Kusura bakmayın ama,” dedi, “durum gerçekten komik. Hem hırsızsınız, hem de kasayı soymadan önce soyacağınız binayı taşlıyorsunuz! Dünyada böyle hırsızlık görülmüş müdür?”
“Bu tür insanlardan her şey beklenir,” diye bağırdı savcı. Yalapşap, Yalapşap olmaktan çıkmış insanı sinir eden bir savcıya dönüşmüştü. Hiç kuşku yok ki, rolünü çok iyi özümsemişti. “Amacınız yalnızca tahrip etmekse, soyacağınız binayı yakarsınız da. Tarih bunun örnekleriyle dolup taşmıştır!”

(...)



(Sayfa 40)

yalancı şahit mahkeme ile ilgili görsel sonucu

Farkındalık

(...)

Derken, yattığı yerden doğruldu, çevresine baktı ve içindeki bu fırtınayı dindirmeyi arzuladı. İşte o zaman, eskisi gibi resim yapmak istediğini anladı. Yani dışarıdaki gibi. Selime Öğretmen’in derslerden birinde ona ne demek istediğini şimdi daha net anlıyordu: O bir yalancı şahitti!

Ama bunu anlaması için “mahkemeye” çıkması gerektiğini hiç bilememişti o güzel okul gününde.

(...)

(Sayfa 36)

Ekmek Kapısı

(...)

"Ne de olsa, orası senin iş yerin olacak eninde sonunda, insan ekmek kapısına taş atar mı? sorusuna vereceği cevap, kendisini bile şaşırtacak bir cevap olacaktı. O okuyacak ve mesleğini kendisi seçecekti.

(...)

(Sayfa 30)

Yusuf

(...)

"Sen," diyordu oyuncu Yusuf soluyarak duygusuzca, "amcanı kaybettin, babanı da kaybettin, hayatın ne ki senin! Eeee? Karpuzlar mı? Sonra? Karpuzlardan sonra ne gelecek? Hımmm... kot fabrikasında çalışmayacak mısın? Eee? Şimdi kriz mriz diyorlar herkesi işten atıyorlar. Yaaa... Hepimiz aç kalacağız... Eee? O zaman n'olacak?

(...)

(Sayfa 23-24)

Yalancı Şahit

(...)

“Ressamlar bir tür yalancı şahittir.” demişti Selime Öğretmen. “Gerçeği en iyi onlar görür!”

“O zaman niye yalancılar?”

“Onların gördükleri dünya başkadır da o yüzden. Gerçek dünya daha başka…”

(...)

(Sayfa 13)

Özet

Baş karakterimiz adını, kentteki pek çok insan gibi kot taşlama fabrikasında çalışmış olan ve bunun sonucu yakalandığı hastalıktan ölen, amcasından almıştır: Yavuz. Dedesi gibi babası da hastalanan Çetin Yavuz artık ailesinin geçiminde üzerine düşen sorumluluğun farkındadır ve yaz bitince okula gidemeyeceğini pek düşünmemeye çalışır. Bir gün, çıraklık yaptığı karpuzcuda çalışırken, çocukların kot taşlama fabrikasını taşladığını görür. Her ne kadar arkadaşı Yusuf da onu eyleme çağırsa da gitmez. Ta ki ablasının kot taşlama fabrikasın taşladığını ve üzerine panzerle su sıkıldığını görene kadar. Bunun üzerine ablasını kurtarabilmek için olay yerine doğru gider. Ancak fabrikayı taşlamadığı halde taşlandığı sanılıp cezaevine götürülür. Yavuz taş atmadığı için endişelenmemektedir, ne de olsa o taş atmamıştır, onu serbest bırakacaklardır. Ancak cezaevine gidince gerçekle yüzleşir. Taş atan ve atmayan pek çok çocuk vardır ancak bunu önemseyen yoktur. Çocuklar cezaevinde olduğu sürede pek çok oyun şeklinde mahkeme yaparlar ve Yavuz bunları resmeder, resimlerini çeker. Bir kadın sayesinde medyaya seslerini duyururlar. Ancak Köstebek bunu duyunca çok sinirlenir. Diğer çocukları başka bir koğuşa nakledip onu koğuşta yalnız bırakır. Ama Çetin bir tünel kazıp kaçar.

5 Mayıs 2015 Salı

Müge İplikçi

İstanbul’da doğmuştur.  İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiştir. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları ve Araştırma Bölümü’nden ve The Ohio State University’den iki ayrı yüksek lisans derecesi almıştır. Edebiyat ödülleri 1996 Yaşar Nabi Nayır Gençlik ödülü, 1997 Haldun Taner ödülü üçüncülüğü ve 2010 ÇGYD Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği jüri özel ödülüdür.
1998'de Perende, 2000'de Columbus’un Kadınları, 2001'de Arkası Yarın, 2002'de Transit Yolcular, 2009'da Kısa Ömürlü Açelyalar adlı beş öykü kitabı yayınlandı. Romanları 2004 yılında Kül ve Yel, 2006 yılında Cemre, 2008 yılında Kafdağı ve 2012 yılında Civan'dır.  Bunların yanı sıra Yıkık Kentli Kadınlar ve Cımbızın Çektik leri(Ümran Kartal ile birlikte) adlı inceleme kitapları, iki çocuk (Uçan Salı ve Acayip Bir Deniz Yolculuğu) ve gençlik (Yalancı Şahit) eserleri bulunan Müge İplikçi yaşadığımız yeni zamanları anlatmayı seven bir yazardır. Yazarın öyküleri Almanca, İngilizce, İsveççe, Hollandaca, Slovakça, Bulgarca ve Kürtçe’ye çevrilmiştir. Cemre adlı romanı Arapça ve Arnavutça dilinde yayımlanmıştır. Kafdağı romanı ise İngilizce ve Arapça dilinde yayımlanacaktır. Türkiye PEN Kadın Yazarlar Komitesi başkanlığını aralıklı olarak 2004-2005 ve 2007-2009 yılları arasında yapan yazar, halen İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki yarı zamanlı öğretim görevliliğini devam ettirmektedir. Aynı zamanda Vatan gazetesinde köşe yazarıdır.