(...)
Köstebek ve adamlarının bakmadığı yer kalmıyor, ama ressam sırra kadem basmış, yok!
En son, bir ranzanın altında küçük bir oyuk buluyorlar. Gerçek bir köstebeğin geçebileceği, geçmeye cesaret edebileceği bir yol var orada.
Ancak şu da var ki, yalancı bir köstebeklerin geçemeyeceği bir yol orası.
Orası, yalnızca masumların ve onlara şahit olanların geçebileceği, ilerleyebileceği bir kanal, bir kuyu, gerçek bir yolculuk...
(...)
(Sayfa 132)
Yalancı Şahit
11 Mayıs 2015 Pazartesi
Işıktan korkan bir çocuk...
(...)
Kabusların ta kendisiydi. Karanlıktı. Peter Pan’ın kabusuydu. Belki de Peter Pan’ın büyümeyen sesi! Gözlerine baktım. O gözlerde karanlıkta kalmış bir çocuk gördüm. Karanlıktan değil, ışıktan korkan bir çocuk.
(...)
(Sayfa 129)
Kabusların ta kendisiydi. Karanlıktı. Peter Pan’ın kabusuydu. Belki de Peter Pan’ın büyümeyen sesi! Gözlerine baktım. O gözlerde karanlıkta kalmış bir çocuk gördüm. Karanlıktan değil, ışıktan korkan bir çocuk.
(...)
(Sayfa 129)
"Kız, yapabilir misin?"
(...)
"Abiler!"
Evimevim'di bu.
"Ben ne güne duruyorum?"
Hepimiz birbirimize baktık.
"Kız, yapabilir misin?" diye fısıldadı Oyunbozan.
Hiç duraksamadan geldi cevap: "Yaparım!"
(...)
Ve yaptı da.
Makine önce Evimevim'in ailesine, oradan Songül ablama, ardından da Hümeyra'ya ulaştı.
(...)
(Sayfa 104-105)
"Abiler!"
Evimevim'di bu.
"Ben ne güne duruyorum?"
Hepimiz birbirimize baktık.
"Kız, yapabilir misin?" diye fısıldadı Oyunbozan.
Hiç duraksamadan geldi cevap: "Yaparım!"
(...)
Ve yaptı da.
Makine önce Evimevim'in ailesine, oradan Songül ablama, ardından da Hümeyra'ya ulaştı.
(...)
(Sayfa 104-105)
Ve ben kurtulmuştum!
(...)
"Bir dakika," diye selendi Köstebek. "Senin cebinde ne var öyle?"
Benim!
Benim cebimde ne olabilirdi ki! Elbette Hümeyra'nın fotoğraf makinesi. Gri, metalik renkli küçük bir şahit! Cebimde umut, kahroluş, kaderime bakışım, resimlerimi sevişim, onlarda bulduğum, zaman zaman da bulamadığım gerçek. Hepsi. Ya da hiçbiri.
Şimdi ne söylenebilirdi?
Yakalanmıştım. Cebimde belli olmayacağını söylemişti Hümeyra. Duvardaki resimlerin fotoğrafları olmadan, haber doğru dürüst etki yapmazdı.
(...)
"Süha Bey, özür dilerim, efendim."
Bu benim sesim mi? Hangi kuyudan yankılanan ses bu?
"Bu sigara, efendim."
"Ben size demedim mi ceplerinizde hiçbir şey olmayacak diye! Ceplerinizde hiçbir şey olmayacak!"
Hayali bir kuyudaydım. Herkes yukarıda kalmış.
(...)
Dünyanın bütün kuyuları sigara olmuştu şimdi. Ve ben kurtulmuştum!
(...)
(Sayfa 96-98)

"Bir dakika," diye selendi Köstebek. "Senin cebinde ne var öyle?"
Benim!
Benim cebimde ne olabilirdi ki! Elbette Hümeyra'nın fotoğraf makinesi. Gri, metalik renkli küçük bir şahit! Cebimde umut, kahroluş, kaderime bakışım, resimlerimi sevişim, onlarda bulduğum, zaman zaman da bulamadığım gerçek. Hepsi. Ya da hiçbiri.
Şimdi ne söylenebilirdi?
Yakalanmıştım. Cebimde belli olmayacağını söylemişti Hümeyra. Duvardaki resimlerin fotoğrafları olmadan, haber doğru dürüst etki yapmazdı.
(...)
"Süha Bey, özür dilerim, efendim."
Bu benim sesim mi? Hangi kuyudan yankılanan ses bu?
"Bu sigara, efendim."
"Ben size demedim mi ceplerinizde hiçbir şey olmayacak diye! Ceplerinizde hiçbir şey olmayacak!"
Hayali bir kuyudaydım. Herkes yukarıda kalmış.
(...)
Dünyanın bütün kuyuları sigara olmuştu şimdi. Ve ben kurtulmuştum!
(...)
(Sayfa 96-98)
Çiziyorum
(...)
Aklımda hep ev, bizim ev, babam.
Aklımda ev, ev, ev...
Aklımda sorular: Evi ev yapan ne? Ev kimindir? Nedir?
Aklımda: Oyunbozan
Aklımda sorular: Farklı olmak neden suç olsun ki! Böylece delireceğim galiba diyordum.
Delirdikçe çiziyordum. Çizdikçe unutuyordum. Bu yüzden, duvar ben olmuştu, ben duvar. Zaten her şey hüsrandı. Çizdikçe çiziyordum. Çizerken aklımda kalan Selime Öğretmen oluyordu, bir tek o geziniyordu kafamda, yalnızca ona izin veriyordum.
(...)
(Sayfa 82)
Aklımda hep ev, bizim ev, babam.
Aklımda ev, ev, ev...
Aklımda sorular: Evi ev yapan ne? Ev kimindir? Nedir?
Aklımda: Oyunbozan
Aklımda sorular: Farklı olmak neden suç olsun ki! Böylece delireceğim galiba diyordum.
Delirdikçe çiziyordum. Çizdikçe unutuyordum. Bu yüzden, duvar ben olmuştu, ben duvar. Zaten her şey hüsrandı. Çizdikçe çiziyordum. Çizerken aklımda kalan Selime Öğretmen oluyordu, bir tek o geziniyordu kafamda, yalnızca ona izin veriyordum.
(...)
(Sayfa 82)
"Mahkeme" Oyunu
.(...)
“Sanık! Mahkemeye saygılı ol!” diye bağırdı hakim.
O sırada bizim avukat söze karıştı. “Kusura bakmayın ama,” dedi, “durum gerçekten komik. Hem hırsızsınız, hem de kasayı soymadan önce soyacağınız binayı taşlıyorsunuz! Dünyada böyle hırsızlık görülmüş müdür?”
“Bu tür insanlardan her şey beklenir,” diye bağırdı savcı. Yalapşap, Yalapşap olmaktan çıkmış insanı sinir eden bir savcıya dönüşmüştü. Hiç kuşku yok ki, rolünü çok iyi özümsemişti. “Amacınız yalnızca tahrip etmekse, soyacağınız binayı yakarsınız da. Tarih bunun örnekleriyle dolup taşmıştır!”
(...)
(Sayfa 40)
Farkındalık
(...)
Derken, yattığı yerden doğruldu, çevresine baktı ve içindeki bu fırtınayı dindirmeyi arzuladı. İşte o zaman, eskisi gibi resim yapmak istediğini anladı. Yani dışarıdaki gibi. Selime Öğretmen’in derslerden birinde ona ne demek istediğini şimdi daha net anlıyordu: O bir yalancı şahitti!
Ama bunu anlaması için “mahkemeye” çıkması gerektiğini hiç bilememişti o güzel okul gününde.
(...)
(Sayfa 36)
Derken, yattığı yerden doğruldu, çevresine baktı ve içindeki bu fırtınayı dindirmeyi arzuladı. İşte o zaman, eskisi gibi resim yapmak istediğini anladı. Yani dışarıdaki gibi. Selime Öğretmen’in derslerden birinde ona ne demek istediğini şimdi daha net anlıyordu: O bir yalancı şahitti!
Ama bunu anlaması için “mahkemeye” çıkması gerektiğini hiç bilememişti o güzel okul gününde.
(...)
(Sayfa 36)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)